31 Mart 2010 Çarşamba

Hukuk öğrencileri yüksek yargıyı ziyaret etti

Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri 4 – 5 Mart 2010 tarihlerinde yüksek yargı makamlarını kapsayan bir gezi düzenlediler. Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi binalarını ziyaret eden öğrenciler burada yetkililerce ağırlanıp bilgilendirildiler.

Haber: Mizrabi Cihangir Balkır

GSÜ-HA (İstanbul) GSÜ Hukuk Fakültesi 3. sınıf öğrencileri kendi girişimleriyle düzenledikleri gezide Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Anıtkabir’i ziyaret etti. Hukuk Fakültesi Dekanı Necmi Yüzbaşıoğlu ve hocaları Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez ile Prof. Dr. Celal Erkut’un desteğini alan öğrenciler Ankara’da Bilkent Üniversitesi’nin yurtlarında misafir edildiler.

Geziyi düzenleyen öğrencilerden Pınar Veziroğlu, Güneş Mermeroğlu ve Ulaş Özkan gezinin ayrıntılarını aktardılar. Güneş Mermeroğu ilk durakları Yargıtay’da kendilerini Yargıtay Genel Sekreter Yardımcısı Osman Yurdakul’un, Genel Kurul Salonu’nda ağırladığını ve Yargıtay’ın kurumsal yapısı üzerine kısa bir sunum yaptığını söyledi. Yurdakul’un öğrencilerin sorularını cevapladığı bölümü ise Mermeroğlu şöyle özetledi:

“Yargıtay’da en net gördüğümüz Yargıtay’ın dosya yükü altında boğulduğu oldu. Bu durumdan kurtulmak için yapılması gerekenleri konuştuk. En önemlisi İstinaf Mahkemeleri’nin devreye sokulması. İstinaf Mahkemeleri’ni düzenleyen yasa yürürlüğe konuldu ama fiiliyatta işlemiyor sistem. Yurdakul’un da aktardığı gibi Yargıtay dosya yükü yüzünden bir diğer görevi olan içtihat birleştirmeye fırsat bulamıyor.”

Öğrenciler ikinci durakları Anayasa Mahkemesi’nde Genel Sekreter Oğuz Kaya ve raportör Bahadır Kılınç tarafından Basın Odası’nda ağırlandılar. Burada Anayasa Mahkemesi’nin yapısını anlatan bir konuşmadan sonra öğrenciler Kaya ve Kılınç’la Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı üzerine sohbet ettiler. Öğrenciler, Kaya’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden daha az ceza almak için de gerekli görülen bireysel başvuru hakkına yönelik altyapı çalışmalarının tamamlandığı yönündeki sözlerini aktararak bu bağlamda Anayasa Mahkemesi’nin raportör sayısını 25’e çıkarma hazırlığında olduğunu bildirdiler.

Öğrenciler üçüncü durakları Danıştay’da Başkan Vekili Sinan Yörükoğlu ve Genel Sekreter Hüseyin Poroy tarafından karşılandılar. Öğrencilerden Pınar Veziroğlu sorularıyla yönlendirdikleri görüşmede İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddeleri üzerine konuşulduğunu söyledi. Gezi sayesinde yüksek yargı organlarını ve onların hukuk sistemimiz içindeki yerini daha somut bir şekilde düşünebileceklerini söyleyen öğrencilerin temennisi bu gezinin gelenekselleşmesi ve her sene 3. sınıf hukuk öğrencilerinin yüksek yargı organlarını yakından tanıması.

30 Mart 2010 Salı

“Türk’ün Türk’ten başka çok dostu var”

Brüksel İmar ve Çevre Bakanı Emir Kır, GSÜ öğrencileriyle Türk göçmenlerin Avrupa’ya entegrasyonu ve Türkiye’deki son dönem siyasi gelişmeleri üzerine tartıştı.

Haber-Fotoğraf: Ceyda Ulukaya

GSÜ-HA(İstanbul) “Türkiye, gitgide dünyadaki imajını restore ediyor. Ermenistan’la protokoller ve son olarak açılımla ilgili tartışmalar Türkiye’de demokrasinin geliştiğini gösteriyor. Ne var ki, Avrupa bu süreçte, AB’ye uyum çerçevesinde Türkiye’ye demokratikleşme yönünde baskı yaparken, açılımla ilgili destek verici konuşmalar yapmadı.”

Brüksel Başkent Bölgesi İmar ve Çevre Bakanlığı’nın yanı sıra, Belçika’daki Fransız Topluluğu Komisyonu’nda Kültür, Spor ve Aile’den Sorumlu Bakan Emir Kır, dün (29 Mart) Galatasaray Üniversitesi’nde (GSÜ) öğrencilerle, Belçika modeli, Avrupa’daki Türk göçmenler ve AB’ye uyum konuları etrafında bir söyleşi gerçekleştirdi.

Sözlerine Belçika’nın, kimlik krizi yaşayan tüm devletler için ilginç bir model sunduğunu belirterek başlayan Kır, Belçika’daki Flaman, Valon ve Brüksel bölgesi şeklindeki federal yapının, farklılıklara rağmen üç topluluğun birlikte yaşamasını sağladığına dikkat çekti.

Belçika’daki Türk göçmenlerin entegrasyonunda, eğitime yeterince inanmamaları ve dil öğrenmekte yaşadıkları zorlukların etkili olduğuna değinen bakan, şöyle konuştu:

“60’lı yıllarda başlayan göç, aslında hiç bitmedi. O dönem, ne Türkiye’den ne Belçika’dan destek gören aileler için uyum göstermek oldukça zordu. Şimdi göç edenler, bugünün iletişim teknolojileriyle düşünmeli, en azından daha hazırlıklı olmalı.”

Kır, Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusuyla ilgili olarak, “Avrupa’da Müslüman kimliğine yönelik önyargıların hala mevcut olduğunu ve Sarkozy, Merkel gibi liderlerin bu kartı kullandığını” söyledi ve Türkiye’deki son dönem siyasi gelişmeleri şöyle değerlendirdi:

“Yıllardır komşularla ilişkimiz sıfırdı. Ermeni protokolleri, Suriye ile sınırın açılması ticari ilişkilerin de gelişmesi demek. Kuru milliyetçiliği artık bir kenara bırakalım. Türk’ün Türk’ten başka çok dostu var ama Türk isterse. Önemli olan parlamentoda sosyal çözümler geliştirebilmek.”

26 Mart 2010 Cuma

Gündelik yaşamımızda Şaman ve izleri

Nazar boncuğu takma, tahtaya vurma, ağaca çaput bağlama, Noel Baba, ölünün üstüne bıçak koyma, loğusa kadınların başına kırmızı kurdele bağlaması, merdiven altından geçmeme ve daha birçokları. Gündelik hayatımızda bilmeden yaptığımız tüm bu ritüellerin kaynağının Şaman kültürüne dayandığını biliyor muydunuz?

Haber: Pınar Yurtsever
Fotoğraflar: Burcu Çakır

GSÜ-HA(İstanbul) Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Nebahat Akgün Çomak ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Ali Faik Demir’le yeni çıkan kitapları “Şaman ve Türk Dünyası” üzerine konuştuk. Şaman kültürüyle ilgili basit, kolay anlaşılabilir, kısa ama belgelere dayanan bir kitap yazma fikriyle yola çıktıklarını söyleyen Ali Faik Demir, “Ben Türk dünyasıyla ilgili dersler veriyorum. Türk kültürünü oluşturan en önemli unsurlardan biri de Şaman inancıdır. Bu konuda basit, anlaşılabilir ama aynı zamanda belgelere, kaynaklara dayanan bir el kitabı yoktu. Kitap, bu ihtiyaçtan ortaya çıktı. Nebahat Hanım da Türk dili üzerine araştırmalar yapıyor. O da aynı eksiklikleri yaşıyordu. Bu konudaki bilgilerimizi bir araya getirdik, araştırmalar yaptık ve yaklaşık 2 – 2,5 senelik bir çalışmanın sonucunda da herkesin anlayabileceği, görsel malzemesi bol ama bilimsel bir formatta olan, belgelere dayanan bu kitabı ortaya çıkardık.” dedi

“Şaman, doğayla birlikte olmak anlamına geliyor”

Şaman kavramının genelde bir din olarak algılandığını belirten Nebahat Akgün Çomak ise aslında şaman kavramının bir inanış biçimi, bir deneyim “doğayla birlikte olmak” anlamına geldiğini, kitabın kapağındaki Adem ile Havva figürüyle de buna vurgu yapıldığını belirtiyor. Kitabın isminde Şamanizm yerine Şaman kelimesinin kullanılmasına dikkat çeken Ali Faik Demir ise “Şaman’ı insanlara kılavuzluk eden bir önder, doğayla iletişim kuran kişi olarak aldık. Şamanizm diyerek bunun bir din olarak algılanmasını istemedik. “ diyor. Kitapta Şaman’ın sadece Türk dünyasına özgü bir şey olmadığına, Sibirya ve Orta Asya’dan çıkan bir kavram olmasına rağmen bugün Latin Amerika’da, Afrika’da, Avustralya’da ve pagan inançların olduğu tüm kültürlerde Şaman figürünün yansımalarının yer aldığına vurgu yapılıyor. Ali Faik Demir bu durumu Şaman kavramının evrensel bir şey olması ve kılavuzluk veya yardımcılık anlamına gelmesiyle açıklıyor.

“Şaman unsurları toplumsal hafıza sayesinde günümüze kadar geldi”

Nebahat Akgün Çomak’a göre ise evrensel olan Şaman, farklı coğrafyalarda, aynı temel noktada birleşmesine rağmen kültürlere göre harmanlanmış bir olgu. Çomak bu durumu toplumsal bilinç kavramıyla açıklıyor: “Ağaçlara çaput bağlama, doğum yapan kadınların saçına kırmızı kurdele bağlaması, nazar boncuğu, tahtaya vurma, merdiven altından geçmeme, kandiller, tütsü yakma gibi tüm bu ritüellerin nereden geldiği belli değil. Birçoğumuz bunları yaparken nereden geldiğini bilmiyoruz. Aslında bunların hepsinin kaynağında Şaman kültürü var ve toplumsal bir bilinç sayesinde günümüze kadar taşınmış.”

Her sene yılbaşı kutlamaları sırasında Şaman kültüründen gelen birçok özelliğin su yüzüne çıktığını belirten Çomak, “Son günlerde çok tartışılıyor Noel’in benzerinin Türk kültüründe de olduğu. Noel’de çam ağacına bir şey asma, aslında Şaman kültüründe ağaca çaput bağlama geleneğinden gelir. Noel Baba, Hızır figürünün bir yansımasıdır.”

Alevilik ve Şamanizm

Kitapta bir de “Alevilik ve Şamanizm İlişkisi” başlıklı bir bölüm yer alıyor. Bu bölümde Aleviliğin bir din mi mezhep mi olduğunu tartışmaktan ziyade iki kültür arasındaki ilişkiye dikkat çektiklerini söyleyen Ali Faik Demir, “Alevilik çok hassas bir konu. Bu konuda uzman değiliz. Ancak Şaman kültürünün yansımalarının Alevilikte de görüldüğünü söyleyebiliriz. Örneğin Alevi dedeleri o yörenin, o bölgenin insanlarına kılavuzluk yapan kişileridir. Şaman da aynı şekilde, belli bir yörenin insanları içinde sözüne güvenilen, kılavuz olarak görülen kişidir.”

Kitap altı dile çevriliyor

Nebahat Akgün Çomak’ın orijinal dillerinden Manas Destanı, Dede Korkut Hikayeleri, Göktürk Kitabeleri’ni okuması, semavi dinlerin kutsal kitapları üzerine yapılan çalışmalar, Kazakistan ve Kırgızistan ziyaretlerini de kapsayan yaklaşık 2,5 yıllık çalışmanın ürünü olan kitaba ilgi ise büyük. Kitap şimdiden İngilizce, İspanyolca, Rusça, Estonca, Kırgızca ve Azerice olmak üzere altı dile çevrilmeye başlanmış. Kitabın yazarları da kısa zamanda gelen bu yoğun ilgiden oldukça memnun.

20 Mart 2010 Cumartesi

Akbank’ın ödüllü kısaları GSÜ’de

Akbank 6. Kısa Film Festivali'nin ödül alan filmleri, İletişim Kulübü işbirliği ile 22 Mart Pazartesi günü saat 13:00'de Galatasaray Üniversitesi Aydın Doğan Oditoryumu'nda gösterilecek.

GSU-HA (İstanbul) Galatasaray Üniversitesi 6. Akbank Kısa Film Festivalinin ödüllü filmlerine ev sahipliği yapıyor. “30 Saniye Ara” sloganıyla 1-11 Mart 2010 tarihlerinde gerçekleşen Akbank 6.Kısa Film Festivalinin yarışmalı bölümüne başvuran 241 film arasından En İyi Kurmaca Film seçilen Anıl Dinç'in "Derin" adlı filmi ile En İyi Belgesel ödülünü alan Emre Karadaş ve Deniz Oğuzsoy'un "Duvar" adlı belgesel filmlerinin yer alacağı programda, kurmaca dalında mansiyon alan Nazlı Elif Durlu’nun "Güven Bana", Tolga Karaçelik’in "Rapunzel" ve belgesel dalında mansiyon alan Soner Yıldırım-Mehtap Köseoğlu’nun "Dönüş", Merve Kayan - Zeynep Dadak’ın "Bu Sahilde" isimli filmleri de gösterilecek.

Film gösterimleri sonrasında ise Akbank 7. Kısa Film Festivali’nin başvuru formları öğrencilere dağıtılacak. Ödüllü filmler hakkında daha ayrıntılı bilgi ve gösterimlerin yapılacağı diğer üniversiteler için http://www.akbanksanat.com/’u ziyaret edebilirsiniz.

12 Mart 2010 Cuma

Galatasaray Üniversitesi Mehmet Akif’i andı

Mehmet Akif Ersoy, İstiklal Marşı’nın milli marş olarak kabulünün 89’uncu yıldönümünde, Galatasaray Üniversitesi’nde Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Rıdvan Akın’ın konuşma yaptığı bir törenle anıldı.

Haber-Fotoğraf: Mizrabi Cihangir Balkır

GSÜ-HA(İstanbul) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin İstiklal Marşı’nı milli marş olarak kabul ettiği 12 Mart 1921 tarihinin yıldönümünde gerçekleşen anma toplantısında Doç. Dr. Rıdvan Akın, Marş’la ve Mehmet Akif’le ilgili konuştu. Marş’ın manevi ve edebi değerinin yanında Anayasa’da milli marş olarak tanımlanması nedeniyle hukuki bir değer de taşıdığını belirterek söze başlayan Akın, konuşmasına Türkiye’nin 1921 Mart’ını tasvir ederek devam etti. Bu dönemde memleketin müşküliyetini anlatan ve bu durumun İstiklal Marşı’na ayrı bir anlam kattığını vurgulayan Akın, İstiklal Marşı’nı saltanat döneminde yazılmış diğer marşlardan şu şekilde ayırdı:

“19’uncu yüzyıldan Kurtuluş Savaşı’na dek çeşitli saltanat marşları yazılagelmişti: Mahmudiye Marşı, Mecidiye Marşı, Aziziye Marşı, Hamidiye Marşı, Reşadiye Marşı; ama bunlar monark ve monarşi terimleri üzerine kurulu ısmarlama marşlardı.”

Rıdvan Akın konuşmasında Japonya, İngiltere, Fransa, Amerika ve Rusya milli marşlarının hikayelerine de değindikten sonra, 1921 Mart’ında 1. Meclis’te Burdur milletvekili olan Mehmet Akif’in yaşantısından bazı detaylar aktardı. Akın, o dönemde Ankara’da kiralık ev bulmanın güçlüğünden dolayı Tacettin Dergahı’nda kalan Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nı burada yazdığını söyledi. Balkan Savaşı sırasında tercümanlık yapmak için Berlin’de bulunan Mehmet Akif’in bu şehirdeki temizlik ve şehircilik anlayışına hayran kaldığını belirten Akın, yine de “Batı’da marifet var ama fazilet yoktur” diyen yazarın Batı’yı övmekten kaçındığını da vurguladı. Akın son olarak Mehmet Akif’in Japonya’nın Batı’ya alternatif olabilecek iyi bir örnek olduğuna inandığına ve ayrıca şairin Mustafa Kemal’e çok yakın olmasa da hiçbir zaman karşısında olmadığına değinerek sözlerini tamamladı.

11 Mart 2010 Perşembe

GSÜ Onur Ödülü Tekerleli Sandalye Basketbol Takımı'nın




Galatasaray Üniversitesi öğrencilerinin oylarıyla belirlenen "2009 Yılının En İyileri"
GSÜ’de düzenlenen ödül töreninde bir araya geldi.  Zeki Demirkubuz,  Hıncal Uluç, Cem Boyner, Elif Şafak, Kenan İmirzalioğlu, Kenan Doğulu, Teoman, Duman "En İyi"ler arasında

Haber-Fotoğraf: Pınar Yurtsever

GSÜ-HA(İstanbul) Galatasaray Üniversitesi İşletme Kulübü tarafından gerçekleştirilen GSÜ En 2009  etkinliğinde, geçtiğimiz yılın en iyileri ödülleri sahiplerini buldu. Bu yıl ilk kez verilen GSÜ Onur Ödülü ise iki kez üst üste Kıtalararası Dünya Şampiyonu olan Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı’na verildi. Takım adına konuşan basketbolcu Ferit Gümüş, “Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı ve Galatasaray Üniversitesi’nin bir araya gelmesi Galatasaray kültürünün bir örneğidir.” dedi.

En iyi Kadın Rock Şarkıcısı Ödülü’nü alan Aylin Aslım ise ödülü en çok satanlar sıralamasında bir numara olamayan, bağımsız sanatçılar adına aldığını belirtti ve “Sanatçı, iktidarı sorgulayabilen kişidir.” görüşünü vurguladı.

Ayça Tekindor’un sunuculuğunu yaptığı gecede, şarkıcı Emre Altuğ da bir konser verdi. Gecede ödül alan diğer isimler ise şu şekilde sıralandı:

GSÜ En 2009 Onur Ödülü: Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı

En iyi film: Nefes

En iyi yönetmen: Zeki Demirkubuz

En iyi kadın tiyatro oyuncusu: Büşra Pekin

En iyi erkek tiyatro oyuncusu: Haldun Dormen

En iyi kadın dizi/sinema oyuncusu: Demet Evgar

En iyi erkek dizi/sinema oyuncusu: Kenan İmirzalioğlu

En iyi kadın rock şarkıcısı: Aylin Aslım

En iyi erkek rock şarkıcısı: Teoman

En iyi kadın pop şarkıcısı: Bengü

En iyi erkek pop şarkıcısı: Kenan Doğulu

En iyi müzik grubu: Duman

En iyi showman: Cem Yılmaz

En iyi haber spiker: Burcu Esmersoy

En iyi TV programı yapımcısı: Mirgün Cabas – Ruşen Çakır

En iyi TV kanalı: CNBC-e

En iyi spor programı: %100 Futbol

En iyi radyo: Power FM

En iyi ekonomi programı: Piyasa Ekranı

En iyi dizi: Ezel

En iyi TV programı: Saba Tümer’le Bu Gece

En iyi gazete: Cumhuriyet

En iyi hukuk dergisi: Güncel Hukuk

En iyi iş/ekonomi dergisi: CNBC-e Business

En iyi köşe yazarı: Hıncal Uluç

En iyi roman yazarı: Elif Şafak

En iyi sosyal sorumluluk projesi: Engelleri Kaldır

CRM’de en başarılı şirket: Turkcell

En iyi marka: Eti

En iyi CEO: Cem Boyner

8 Mart 2010 Pazartesi

İlk kez verilen Çetin Emeç Ödülü’nü Abdurrahman Şimşek aldı

Çetin Emeç Özel Ödülü’ne layık görülen Sabah gazetesinden Abdurrahman Şimşek, “Abdi İpekçi, Çetin Emeç ve Uğur Mumcu’nun bize gösterdiği gazetecilik yolundan gitmeye çalışacağım.” dedi.


Haber: Burcu Çakır – Pınar Yurtsever

Fotoğraflar: Mizrabi Cihangir Balkır

GSÜ-HA(İstanbul) 7 Mart 1990'da uğradığı saldırıda hayatını kaybeden gazeteci Çetin Emeç, aramızdan ayrılışının yirminci yılında, Galatasaray Lisesi’nde düzenlenen törenle anıldı. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Ödülleri kapsamında bu yıl ilk kez verilen Çetin Emeç Özel Ödülü'nün sahibi ise Sabah gazetesinden Abadurrahman Şimşek oldu.

Çetin Emeç Özel Ödülü'nü Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç ve Emeç'in eşi Bilge Emeç'ten alan Abdurrahman Şimşek konuşmasında “İlk kez ödül alıyorum. Böyle bir ödülü almak gerçekten çok güzel bir duygu . Sırasıyla Abdi İpekçi, Çetin Emeç ve Uğur Mumcu'nun yolundan gitmeye çalışacağım” dedi.

Mine Özbek ve Arena ekibi tarafından hazırlanan Çetin Emeç Belgeseli’nin de gösterildiği törende, yakınları Çetin Emeç’i anlatan konuşmalar yaptı. Çetin Emeç'in gazetecilik anlayışını anlatan Uğur Dündar, ”Bana özgürce gazetecilik yapma fırsatı verdi, ama bunu yaparken alçak eller Çetin Emeç'i öldürdü” dedi.
İnan Kıraç ise Emeç'in lisede bir dönem önünde olan bir ağabeyi olduğunu ve asıl yakınlaşmalarının Galatasaray Eğitim Vakfı'nı kurmalarıyla başladığını belirterek “Çetin bugün olsaydı basının bu haline üzülürdü. Türkiye'ye çok kızardı. Türkiye'yi bilerek veya bilmeyerek gruplara ayırıyoruz, çok yanlış yapıyoruz. Çok kıymetli bir Türk çocuğunu,gazeteciyi yanlış bir şekilde kaybettik.Onu unutmayacağız.” dedi.

Emeç'in sınıf ve sıra arkadaşı Erdoğan Karakoyunlu ise Çetin Emeç'in karanlık bir listede yer aldığını aynı listede yer alan diğer bir kurbanın da yine Galatasaray Lisesi'nden yetişmiş olan Abdi İpekçi olduğunu belirterek, Emeç'in çok güvenilir bir dost olduğunu söyledi.

Emeç'in gazeteciliğini anlamak için babasını tanımak gerektiğini söyleyen ve Selim Ragıp Emeç'i ve sahibi olduğu Son Posta gazetesini anlatan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç “Çetin Emeç'e Türk basını olarak çok şey borçluyuz”'dedi.

Emeç'in oğlu Mehmet Emeç, konuşmasında babasının fikirlerinin hiç tanımadığı insanlarda filizlendiğine değinerek ”Bugün bu salonda bu koridorlarda çok yakın insanların konuşmalarını dinledim. Babamı yıllarca beraber çalıştığı insanların gözlerinde gördüm. Çetin Emeç'i kendisi yapan bütün öğeler sizde saklı. Bunca güzel kalbe bakıp iyi ki ülkeme dönme kararı almışım. Demokrasi şehitlerini anlatmak size düşüyor. Bana tekrardan babamı yaşattığınız ve babamı hatırlattığınız için teşekkür ediyorum” dedi.

Emeç'in kızı Mehveş Emeç Birol geçen yılların babasının ölümünün acısını azaltmadığını belirterek “Babamsız geçen bunca yıl, babamla geçirdiğimiz yıllardan daha fazla. Nükhet İpekçi, 'Hazırlıklı ol. Bu acı dinmeyecek, duvarlara bakıp babanın gözlerini göreceksin' demişti. Allah hepimize kuvvet versin.” dedi.

Emeç'in 7 yaşındaki torunu Selin Birol, “Ben onu tanımasam bile çok sevdim.Onunla ilgili rüyalar görüyorum. Toplantılara katılıyor. Keşke yanımızda olsaydı. O, çok iyi bir gazeteci.Onu çok seviyorum” sözleriyle kürsünün son konuğu oldu.

Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Çetin Emeç, gazeteciliğe 1952 yılında, Son Posta gazetesinde başlamış, 1972 yılına kadar Hayat ve Ses dergilerinde yazı işleri müdürlüğü yaptıktan sonra, 1972 yılında Hürriyet Grubu'na geçmiş, 1984-1985 yıllarında Milliyet gazetesinin genel yayın yönetmenliği ve 1986 yılından 7 Mart 1990'da öldürülüşüne kadar Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yapmıştı. 38 yıllık gazeteci olan Emeç, Hürriyet gazetesi yönetim kurulu üyesi ve yazarı, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Uluslararası Basın Enstitüsü ve Uluslar arası Gazetecilik Basın Enstitüleri Federasyonu üyesiydi.

8 Mart GSÜ’de Kadın Şenliği’yle Kutlanıyor

8 Mart haftası boyunca GSÜ’de düzenlenen etkinliklerle kadın hareketinin 100. yılı kutlanacak.

GSÜ-HA (İstanbul) 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Galatasaray Üniversitesi (GSÜ) Sosyoloji Bölümü Toplumsal Araştırmalar Merkezi (TAM), “GSÜ’de Kadın Haftası Şenliği” düzenliyor. Beş gün boyunca gerçekleştirilecek çeşitli etkinliklerle 100. yılında kadın hareketi ve özgürlüğü kutlanacak.

Şenlikte yer alan filmlerden Havar, Batman’daki kadın intiharlarının namus cinayeti boyutunu konu alıyor. Ben ve Nuri Bala filmi ise, Esmeray’ın hayatı üzerine bir belgesel. Ege bölgesinde yaşayan üç kadının mücadelesini anlatan Lilit’in Kızkardeşleri filmi ve “Kaınlar Birbirine Doğru Yürüyor” kampanyası kapsamında Türkiye’yi minibüslerle gezen bir grup kadının paylaşımlarının aktarıldığı “Yoldan Çıktık” belgeseli bu hafta boyunca GSÜ Cep Sineması’nda izlenebilecek. Etkinliklere katılım ücretsiz ve herkese açık.

Şenliğin programı şöyle:

8 Mart Pazartesi

13.00 Video-Kolaj “Televizyonda Gülünesi Kadın İmgeleri”
                               Pınar Büyüktaş
                               Aydın Doğan Salonu

14.00 Konferans “Kadınlar Özgürleşti mi?”
                            Doç. Dr. İpek MERÇİL
                            Yrd. Doç Dr. Feyza AK AKYOL
                            Öğr. Gör. Nazlı ÖKTEN GÜLSOY
                            Aydın Doğan Salonu
9 Mart Salı

16.00 Film Gösterimi “Ben ve Nuri Bala”
                                 Yönetmen: Melisa Önel
10 Mart Çarşamba

13.00 Film Gösterimi “Lilit’in Kızkardeşleri”
                                  Yönetmen: Emel Çelebi
11 Mart Perşembe

13.00 Film Gösterimi “Yoldan Çıktık”
                                  Yönetmen: Hüseyin Karabey
12 Mart Cuma

13.00 Panel “8 Mart’ın 100. yılında Kadın Olmak”
                    GSÜ Öğrencileri Tartışıyor
                    Aydın Doğan Salonu

16.00 Film Gösterimi “Havar”
                                 Yönetmen: Mehmet Güleryüz

2 Mart 2010 Salı

1 Numaralı Galatasaraylı Ali Sami Yen

Galatasaray Spor Kulübü`nün kurucularından ve Kulübün 1 numaralı üyesi Ali Sami Yen Galatasaray Üniversitesi Kültür ve Sanat Merkezi`ndeki sergide hayat buluyor.

Haber – Fotoğraf: Pınar Yurtsever



GSÜ-HA (İstanbul) “1 Numaralı Galatasaraylı Ali Sami Yen” başlıklı sergide Yen`in fotoğrafları, kişisel eşyaları ve ailesine ait eserler bulunuyor. Sergide Ali Sami Yen`in babası, aynı zamanda ilk Türk romanı olarak kabul edilen Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat`ın yazarı Şemsettin Sami`ye de geniş yer veriliyor.

Sergideki eserler, Ali Sami Yen`in ailesi, müzeler, özel koleksiyonlar ve Galatasaray Müzesi`nden toplanan eserlerden oluşuyor. Serginin kurgusunu üstlenen İzzettin Çalışlar, serginin ortaya çıkış fikrini şu sözlerle açıklıyor:

“Ali Sami Yen, içinden birçok sergi çıkabilecek bir birikim bırakmış. Hem de tam bir arşivci titizliğiyle çalışmış. Bıraktığı fotoğraf albümlerinin hepsinde resim altı yazılarına yer vermiş. Kaldığı otelin kartı, yemek yediği restoranın bilgileri bile var.”

Sergide bir de Ali Sami Yen`in bal mumu heykeli yer alıyor. Heykelin Bi Sanat Atölyesi tarafından yapıldığını belirten Galatasaray Üniversitesi Kültür ve Sanat Merkezi Müdürü Münevver Eminoğlu, Ali Sami Yen`in Galatasaray için çok önemli bir figür olduğunu hatırlatıyor.

1 Numaralı Galatasaraylı Ali Sami Yen sergisi 15 Mayıs`a kadar Beyoğlu`ndaki Galatasaray Üniversitesi Kültür ve Sanat Merkezi`nde görülebilir. Sergi herkese açık ve ücretsiz.

Güzelliğin şiddete dönüştüğü nokta: Kadın Bedeni

Yüzyıllardır güzelliğin sembolü olarak tanımlanan kadın bedeni, egemen popüler kültürün dayattığı “güzel kadın” imajıyla baskı altına alınıyor. Kadın bedeni üzerinde dönen bu oyunlar, “Dişilik, Güzellik ve Şiddet Sarmalında Kadın Bedeni” başlıklı bir kitapla irdeleniyor.

Haber : Pınar Yurtsever

GSÜ-HA (İstanbul) Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu’yla editörlüğünü Yeditepe Üniversitesi’nden Yard. Doç. Dr. Altan Kar’la birlikte yaptığı Dişilik, Güzellik ve Şiddet Sarmalında Kadın ve Bedeni başlıklı yeni kitap hakkında konuştuk. İnceoğlu, yedi farklı makaleden oluşan kitabın, kadın ve bedeni üzerindeki yaptırımları eleştirel bir yaklaşımla sorguladığını ifade ediyor.

Kadın bedeninin yüzyıllardır güzellik kavramıyla özdeşleştirildiğinin altını çizen İnceoğlu, kadın bedenine yönelik şiddetin açıktan veya gizli olarak iki şekilde gerçekleştiğini belirtiyor. Egemen kültürün belirlediği güzellik normlarını içselleştiren kadın, kendi üzerinde baskı kurarak gizli bir şiddet oluşturuyor. Kitap, kadın bedeninin maruz kaldığı açıktan veya “güzellik” söylemi sayesinde gizli olan bu ikili şiddet olgusunu çok yönlü bir şekilde inceliyor.

“Estetik operasyonların kaynağı narsizm ve Narkisos Miti’ne dayanıyor”

Kitabın üçüncü bölümünde yer alan “Yeni Güzellik İkonları: İnsan Bedeninin Özgürlüğü mü Mahkûmiyeti mi?” başlıklı, Prof Dr. Yasemin İnceoğlu ve Yard. Doç. Dr. Altan Kar tarafından hazırlanan makalede, popüler kültür tarafından idealize edilen “güzel kadın” ile kadının kendi bedeni arasındaki sıkışmışlık inceleniyor. Makalenin teorik temeli, Türkiye’de yaşayan ve estetik operasyon yaptırmış 30 kadınla yapılan derinlemesine görüşmelerden elde edilen sonuçlarla destekleniyor. İnceoğlu, kendini güzel görmek isteyen ve bu sebeple estetik operasyona başvuran kadınların durumunu, Freud’un narsizm kavramına ve Yunan mitolojisinin Narkisos Miti’ne dayandırıyor:

“Aynada kendini güzel görmek isteyen kadın, aslında bilinçaltında başkalarının gözünde güzel görünmek istiyor. Kadın tamamen bir sıkışmışlık içinde; kendi bedeni var bir de arzulanan ‘öteki’ beden var.”

“Yeni bir yüz, yeni bir hayat”

Yapılan saha çalışmasında “Güzel kadın nedir?” sorusuna verilen cevapları hatırlatan İnceoğlu, popüler kültürün uyguladığı dayatmayı şu sözlerle açıklıyor: “Kadınların çoğu güzel kadın kavramını tanımlarken bazı meşhur isimlerin adını verdi. Bu da medyada kullanılan güzel kadın imajıyla örtüşüyor. Kadınların estetik operasyona gitme nedenleri farklı olsa da hepsinin altında yatan ortak bir istek var: Yeni bir yüz, yeni bir hayat”

Kitabın bir diğer bölümünde ise yine Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Nilgül Tutal Cheviron’un “Cadılar Sevimli Olabilir” başlıklı makalesinde, 2000’li yıllardan beri çektiği filmlerde kahraman olarak sadece kız çocuklara yer veren Japon Yönetmen Hanou Miyazaki’nin filmleri ele alınıyor. Prof. Dr. Esin Küntay da makalesinde cinsel istismara uğrayan kız çocuklarının maruz kaldığı travmaları ve kadını ikincil konuma iten toplumsal bakış açısını irdeliyor.

Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Belkıs Kümbetoğlu da küçük yaştan beri terbiye ve yola getirme amacıyla başlayan ve ilerleyen yıllarda farklı şekillerde devam eden şiddetin, kadının kendi bedenine yansıyan değersizlik duygusunu ve kadının bedenini algılayışını tartışıyor. Marmara Üniversitesi’nden bir başka öğretim üyesi Doç Dr. İnci User ise biyoteknolojik gelişmelerin kadın bedeni üzerindeki etkilerini ele alarak, bu gelişmelerin kadının anne olma sürecini etkileyerek anne-bebek arasında yaşanabilecek olası aksaklıkları ileri sürüyor.

Yard. Doç. Dr. Altan Kar ve Dr. Sevgi Kesim ise dayatılan güzellik baskısı karşısında toplumsal ve psikolojik çelişkiler yaşayan kadının kendini yok etme sürecini inceledikleri makalelerinde, Koreli Yönetmen Kim Ki Duk’un Zaman filmini de analiz ediyor. Kitabın son bölümünde ise Yeditepe Üniversitesi’nden Yard. Doç. Dr. Dilek Torunoğlu’nun güzellik ve çekiciliğin çalışma yaşamında nasıl konumlandığını inceleyen makalesine yer veriliyor.

Güneşe Doğru, özgür müzik için sahne alacak

3 Mart Dünya Özgür Müzik Günü dolayısıyla Galatasaray Üniversitesi (GSÜ) Halk Müziği Atölyesi’nden Güneşe Doğru grubu Aydın Doğan Oditoryumu’nda konser verecek.

GSÜ-HA (İstanbul) Müzik alanında sansüre karşı duran müzisyen ve bestecilerin kurduğu Freemuse (Dünya Müzik ve Sansür Forumu) örgütünün öncülüğünde dört yıldan beri kutlanan Dünya Özgür Müzik Günü, anadilde şarkı söyleme özgürlüğüne yaptığı vurguyla bu yıl da Bombay, Kabil, New York, Paris, Kahire ve Lahey’de kutlanacak.

GSÜ Müzik Kulübü Halk Müziği Atölyesi’nden Güneşe Doğru grubu, yarın saat 18.00’de Oditoryum’da vereceği konserle “şarkıların yasaklanmadığı bir dünya için” müzikseverlerle buluşacak. Etkinlik ücretsiz ve herkese açık.

1 Mart 2010 Pazartesi

Coşkun Kırca ölümünün beşinci yılında Galatasaray Üniversitesi'nde anıldı

Galatasaray Camiası'nın önemli isimlerinden Coşkun Kırca'yı anmak için; sevenleri 27 Şubat Cumartesi günü Galatasaray Üniversitesi Coşkun Kırca Salonu'nda bir araya geldi.

Haber – Fotoğraf:
Mizrabi Cihangir Balkır

GSÜ-HA (İstanbul) Galatasaray Üniversitesi'nin kurucularından Coşkun Kırca, ölümünün beşinci yılında adının verildiği salonda anıldı. Rektör Prof. Dr. Ethem Tolga'nın konuşmasıyla başlayan anma toplantısı Galatasaray Eğitim Vakfı İkinci Başkanı Av. Dr. Yiğit Okur ve Gencay Gürün'ün konuşmalarıyla devam etti. Konuşmasında Kırca'nın mirası olan Galatasaray Üniversitesi'nin kuruluşunu ve bugününü anlatan Tolga, ÖSS ile gelen başarılı öğrencilerle frankofon liselerden gelen sosyal yönü güçlü öğrencilerin birbirilerini tamamladığını ve öğretim siteminin uyum içinde işlediğini söyledi.

Yiğit Okur ise, Cenevre'de Café de Paris'de ilk kez karşılaştığı Kırca'nın damak tadına düşkünlüğünden Fransızca'daki mükemmelliğine, münazara ustalığından Galatasaray Üniversitesi'nin kuruluşundaki çabası ve başarısına kadar bir çok özelliğini anılarıyla aktardı. Diplomat ve tiyatro sanatçısı Gencay Gürün ise meslektaşı Kırca'nın pek bilinmeyen tiyatrocu yanından ve sahnedeki büyüleyici performanslarından sözetti. Tansu Çiller'in milletvekilliği teklifini Kırca'nın telkiniyle kabul ettiğini aktaran Gürün, hiçbir siyasi partinin Kırca'ya hakettiği değeri göstermediğini ve Türkiye için 'neden buralardayız?' sorusunun cevabının burada yattığını söyledi.

Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Kırca, uzun süre Dışişleri Bakanlığı'nda çalıştıktan sonra  Meclis'te üç dönem İstanbul milletvekili ve Tansu Çiller'in kurduğu 51. hükümette Dışişleri Bakanı olarak görev yapmıştı. 24 Şubat 2005'te İstanbul'daki evinde kalp krizi geçirerek vefat eden Kırca, Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde dersler vermişti.

Coskun Kırca'yı Anma Toplantısı, soprano Ayşe Sezerman Ünel ve piyanist Nurser Ugan'ın şan Konseri ve ardından verilen kokteyl ile son buldu.