26 Nisan 2010 Pazartesi

“Türkiye sorunları çözebilir veya daha karmaşık hale getirebilir”

Avrupa Birliği karar verme süreçlerinin simülasyonlarını kapsayan ve bu yıl onuncu kez düzenlenen GSÜ Euroforum açılış törenine katılan Faruk Kaymakcı, Türkiye’nin Avrupa açısından ekonomik ve diplomatik önemine dikkat çekti.

Haber: Pınar Yurtsever
Fotoğraflar: Ceyda Ulukaya

GSÜ-HA (İstanbul)     Galatasaray Üniversitesi Uluslararası Hukuk ve Diplomasi Kulübü (UHDK) tarafından düzenlenen Euroforum 2010, düzenlenen açılış töreniyle başladı. Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın Dışişleri Özel Müşaviri Faruk Kaymakcı, Avrupa’nın altıncı, dünyanın ise 60. büyük ekonomisine sahip Türkiye’nin Avrupa Birliği açısından önemine dikkat çekti. Türkiye’nin diplomatik yönden de son derece kilit bir role sahip olduğunu belirten Kaymakcı, “Türkiye sahip olduğu stratejik konum nedeniyle, sorunları çözebilir veya daha karmaşık hale getirebilir. Bugün Türkiye, İran ve ABD arasındaki sorunların, geçmişte Rusya ve Gürcistan arasındaki sorunların çözümünde önemli roller üstlenmektedir.” dedi. Kaymakcı ayrıca Avrupa Birliği görüşmeleri sürecinde iletişim unsurunun çok önemli olduğunu, başarılı iletişim stratejileri sayesinde iki tarafın da birbirine yakınlaşacağını vurguladı.

GSÜ Fransız Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hélène Zajdela ise Türkiye ve Fransa arasındaki özel bir anlaşmayla kurulan Galatasaray Üniversitesi’nin araştırmacı, akademik etkinliklere katılan, aktif öğrenciler sayesinde öneminin her geçen gün arttığını belirtti. Zajdela, Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen öğrencilere şu sözlerle seslendi: “Avrupa Birliği karar verme süreçlerinde yaşanan zorlukları tecrübe etmek ve bunlara çözüm bulmak için buradasınız. Okulumuza ve İstanbul’a hoş geldiniz.”

Euroforum 2010 Genel Yönetmeni ve GSÜ Hukuk Fakültesi öğrencisi Onur Okşan ise, geçtiğimiz Eylül ayında kaybettiğimiz GSÜ öğrencisi Elbruz Bilge’nin daha önceki Euroforum konferanslarında gösterdiği önemli çalışmaları anımsatarak Euroforum 2010’u Elbruz Bilge’ye ithaf ettiklerini belirtti.

Açılış töreni GSÜ öğrencilerinden Elif Alaybeyoğlu ve Mehmet Can Atasay’ın solistliğini yaptıkları Tramvay müzik grubunun konseriyle devam etti.

22 Nisan 2010 Perşembe

Hukukçular Günü’nde Anayasa taslağı tartışıldı

Geleneksel hale gelen Galatasaraylı Hukukçular günü bu sene 20 Nisan Salı günü Galatasaray Üniversitesi Oditoryumu’nda gerçekleştirildi. Konuşmacılardan Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu, Prof. Dr. Süheyl Batum ve Doç. Dr. Ümit Kocasakal’ın yeni anayasa taslağını tartıştığı toplantıya, öğrencilerin yanı sıra Galatasaray Lisesi ve Galatasaray Üniversitesi mezunu hukukçular katıldı.

Haber-Fotoğraf: Mizrabi Cihangir Balkır

GSÜ-HA(İstanbul) Galatasaraylı Hukukçular Günü kapsamındaki “Yeni Anayasa Taslağı” başlıklı toplantının açılışını yapan Prof. Dr. Hamdi Yasaman, Galatasaraylı Hukukçular Günü’nün sürekliliğinin önemine değindi ve bu vesile ile Galatasaray hukuk dünyasında, tüm kuşakları birleştirmek, tanıştırmak, Galatasaray camiasının görüşlerini öğrenmek ve tartışmak amacında olduklarını belirtti.

Toplantının ilk konuşmacısı Prof. Dr. Süheyl Batum sağlıklı bir anayasa yapma sürecinin nasıl olması gerektiğinden bahsettikten sonra Türkiye’yi anayasa değişikliğine götüren dinamiklere değindi:

“Anayasa bütün sorunları çözmez ama bütün talepleri dile getirir. Bugün Türkiye’de anayasa yapılırken ya dış dinamikler ya da iktidarın talepleri belirleyici oluyor. 2004’te herkes eşittir, kadın erkek de eşittir diyen bir değişiklik yapıyorlardı, Cemil Çiçek’e eşitlik maddesini öyle değiştirmeyin, kadın için de erkek için de % 40 kota olsun dedim. Çiçek ‘AB şu an istemiyor, gerek yok.’ dedi.”

İspanya, İtalya ve Afrika ülkelerini örnek göstererek demokrasi kültürü gelişmemiş, sanayileşememiş, darbelerden çıkmış ülkelerde bile katılımcı çoğulcu bir anayasanın çok şeyi değiştirdiğini belirten Batum, bugün tasarlanan anayasanın, küresel sermeyeye sendikalar olmaksızın istediği gibi hareket edeceği bir çerçeve çizeceğini söyledi. Avrupalı bürokratların Türkiye’deki anayasa değişikliği sürecinden memnun olduğunu ancak kendi ülkelerinde bu anayasayı kesinlikle istemeyeceklerini belirten Batum, konuşulan anayasa taslağının Türkiye’yi demokratikleştirmeyeceğinin altını çizdi.

Taslaktaki parti kapatma hususuna da değinen Batum bu maddenin Anayasa’ya aykırı olduğunu belirtti ve meclise girmiş partiyle meclise girememiş parti arasında ayrım yapıldığını söyledi.

Batum’dan sonra söz alan Doç. Dr. Ümit Kocasakal da ilk olarak anayasanın yapılış şekline değindi. Anayasaların toplumsal uzlaşma metinleri olduğunu belirten Kocasakal, paket halinde oylanacak taslağın %60’la kabul edilmesi durumunda nasıl toplumsal uzlaşma metni olduğunu söyleyebiliriz? diye sordu ve şunları ekledi:

“12 Eylül Anayasası bir dikta anayasasıydı, evet ama bu da bir dikta anayasası. O plesibitti, bu da plesibit. Kaldı ki değiştirdikleri 82 Anayasası değil. 82 Anayasası’nın üçte biri zaten değiştirildi.”

Demokrasilerin özünde, yasama ve yürütmenin gücünün kısıtlanmasının olduğunu ve bunu da yargının yapacağını söyleyen Kocasakal, tabii olarak yargıda kast sisteminin bulunduğunu ve bunun bağımsızlığının güvencesi olduğunu söyledi. Anayasa taslağıyla ilgili birçok çarpıtmanın yapıldığını söyleyen Kocasakal bunlardan bir tanesinin de darbecilerin yargılanması olduğunu aktardı. Geçici 15. Madde’yi kaldırarak darbecilerin yargılanamayacağını ekleyen Kocasakal, bunu herkesten çok istediğini ama bu değişiklikle mümkün olmadığını savundu.

Toplantının son konuşmasında Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Nemci Yüzbaşıoğlu anayasa değişikliği sürecinde uzlaşının önemi üzerinde durdu. Otoriter, devleti ön plana çıkaran, insan haklarını önemsemeyen 82 Anayasası’nın 1995 ve 2001 değişiklikleriyle özgürlük ve demokrasi bağlamında Avrupa standartlarına yakın bir seviyeye geldiğini söyleyen Yüzbaşıoğlu, bugün eksik olanın hukuk devleti sac ayağı olduğunu belirtti. Önerilen tasarının ise bu konuda 82 Anayasa’sından bile geride olduğu savunan Yüzbaşıoğlu, 1995 ve 2001 değişikliklerindeki partiler arası uzlaşmaya değinerek katılımcı, özgürlükçü ve çoğulcu anayasa talebini dile getirdi.

Anayasa sadece siyasetçilerin işi değil

Türkiye’nin temsil sorununun Anayasa hazırlığı sürecinde de ortaya çıktığını söyleyen Yüzbaşıoğlu, Türkiye’nin demokratikleşmesinde en büyük engelin her kesimin söz hakkının olmaması ve dolayısıyla %10 seçim barajı olduğunu sıkça tekrarladı.

Tasarının Anayasa’ya aykırılıklar barındırdığını savunan Yüzbaşıoğlu, 175. madde gereği birbirleriyle bağlantılı maddeleri beraber, alakasız olanları ayrı oylamak gerektiğinden usulde hata var gerekçesiyle bu tasarının Anayasa Mahkemesi’nden dönmesinin olağan olduğunu söyledi.

Anayasa değişikliğinde birçok faydasız değişiklik yapılarak büyük bir reform yapıldığı yanılsaması yaratıldığını ifade eden Yüzbaşıoğlu, esas itibariyle değişikliğin üç madde üzerinde şekillendiğini vurguladı. Parti kapatma, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Anayasa Mahkemesi ile ilgili değişikliklerin altını çizen Yüzbaşıoğlu diğer değişiklikleri makyaj olarak gördüğünü söyledi:

“Parti kapatma zorlaştırılmıyor, imkansız hale getiriliyor. Parti kapatma demokrasi için bir güvencedir. Küçük partilerden çok büyük partilerin kapatılması zorlaştırılıyor. Asıl tehlike büyük partilerdir. Bunların yanında kapatılan parti yeniden kurulamaz maddesi de kaldırılıyor.”

Yargının demokratik meşruiyeti tartışmasına da değinen Yüzbaşıoğlu, demokratik meşruiyetin yasama ve yürütme için aranabileceğini, Anayasa Mahkemesi’nin bireyin hak ve özgürlüklerini koruyabildiği ve otoritenin gücünü kısıtlayabildiği ölçüde meşru olduğunu belirtti. Yasama ve yürütmenin ise %10’luk seçim barajı nedeniyle demokratik meşruiyetinin tartışmalı olduğunu söyleyen Yüzbaşıoğlu, Türkiye’de asıl gericiliğin yüzyıl öncesinden kalma çoğunlukçu demokrasi anlayışı olduğunu söyledi.

21 Nisan 2010 Çarşamba

Galatasaray Üniversitesi'nde Avrupa Birliği simülasyonu

Galatasaray Üniversitesi Uluslararası Hukuk ve Diplomasi Kulübü’nün (UHDK) bu yıl 10. kez düzenlediği Model Avrupa Birliği Konferansı’nın (EUROFORUM 2010) açılış töreni 22 Nisan 2010, saat 19.30'da Galatasaray Üniversitesi Aydın Doğan Salonu’nda Başmüzakereci Egemen Bağış’ın katılımıyla gerçekleşecek. Konferansta Türk ve yabancı katılımcılar Avrupa Birliği ile karşılıklı güvenin yeniden kurulması başta olmak üzere fikir alışverişinde bulunacaklar.

 

GSÜ-HA (İstanbul) Katılımcı öğrencilerin, AB diplomatı rolü üstlenerek, Avrupa Birliği’nin geleceğine ilişkin gündem maddelerini tartıştıkları “Model Avrupa Birliği Konferansı”, Galatasaray Üniversitesi'nde 10. Kez düzenleniyor. 22 – 27 Nisan tarihleri arasında Galatasaray Üniversitesi Ortaköy kampüsünde gerçekleştirilecek konferansın 22 Nisan günü saat 19.30’da yapılacak açılış töreninde, Galatasaray Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ethem Tolga, Avrupa'dan Sorumlu Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ve Fransa İnsan Hakları Elçisi Büyükelçi François Zimeray da birer konuşma yapacaklar.

Galatasaray Üniversitesi Model Avrupa Birliği Konferansı (EUROFORUM 2010), 30 farklı ülkeden, 150 yabancı öğrencinin katılımıyla gerçekleşecek. Konferansta ögrenciler tarafından, Avrupa Birliği'nin dört kurumu; Avrupa Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi, Avrupa Bakanlar Konseyi, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Adalet Divanı canlandırılacak. Konferans, “Avrupa'ya Güvenin Yeniden İnşaası” genel teması çerçevesinde 5 gün sürecek. AB’nin önemli sorunları bu komitelerde katılımcılar tarafından masaya yatırılacak.

Katılımcılar bulundukları komiteye göre bir AB üye ülkesinin devlet başkanı, başbakanı, ilgili bakanını veya bir Avrupa Parlamenteri’ni temsil edecek. Katılımcı, üstleneceği role göre şekillenecek çıkarlar ve politik duruş doğrultusunda tartışılan konuya ilişkin düşüncelerini ve çözüm önerilerini belirtecek. Oturumlar Galatasaray Üniversitesi Ortaköy Yerleşkesi’nde Aydın Doğan Salonu’nda ve Hukuk Fakültesi’nde gerçekleştirilecek.
EUROFORUM 2010 dünyanın farklı ülkelerinden gelen üniversite öğrencilerinin kendi görüşlerini farklı roller üstlenerek tartışabileceği bir simülasyon biçiminde gerçekleşiyor. Öğrencilerin uluslararası ilişkilere ve dünyaya bakış açısını geliştirebileceği bir ortam hazırlıyor. Foruma katılan yabancı öğrencilerin, ülkemiz hakkındaki önyargılarından, edindikleri gerçekçi izlenimler doğrultusunda, sıyrılmaları da amaçlanıyor.

Bu açılış töreninde ve sonrasında sürecek kokteylde, medyanın da bizlerle olmasını ve desteğini beklemekteyiz.
EUROFORUM’10 toplantılarını izlemek isteyen medya mensupları Euroforum Basın İlişkileri Sorumlusu Deniz Garip'e, 0535 962 75 69 numaralı telefondan veya denizgarip87@yahoo.com 'dan ulaşabileceklerdir.

“Avrupa, Türkiye’nin potansiyel ekonomik gücünü azımsıyor”

Fransa-Türkiye Dostluk Grubu Başkanı Michel Diefenbacher, GS’de düzenlenen konferansta Türkiye’nin AB’ye katılımı ekseninde iki ülkenin ilişkilerine değindi.

Haber: Ceyda Ulukaya
Fotoğraf: Kütay Kayapınar
GSÜ – HA (İstanbul) Fransa-Türkiye Dostluk Grubu Başkanı ve Lot-et-Garonne bölgesi milletvekili Michel Diefenbacher, 16 Ekim’de Galatasaray Üniversitesi’nde (GSÜ) düzenlenen “Günümüz Gerçeğinde Fransa-Türkiye İlişkileri” konulu konferansa katıldı.

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üyeliği kapsamında Fransa-Türkiye ilişkileriyle sözlerine başlayan Diefenbacher, Fransa’nın Avrupa’da güçlü olduğu dönemlere özgü nostaljiyle AB’ye her yeni katılıma aynı güvensizliği duyduğunu vurguladı:

“İngiltere’nin, İspanya ve Polonya’nın AB’ye katılımına Fransa uzun süre aynı argümanla karşı çıktı. Türkiye’ye tepki ilk değil. Bu dönüşümü birlikte düşünmek gerekir.”

Diefenbacher, Avrupa’nın hala krizden çıkamamasına rağmen Türkiye’nin küresel ekonomik krizi hafif geçirdiğine değindi:

“Avrupa’nın Türkiye’nin ekonomik kapasitesini ve gelişme hızını azımsadığını düşünüyorum. Avrupa hala krizden çıkamadı fakat Türkiye bu potansiyelini kullanıyor.”

Fransa-Türkiye Dostluk Grubu Başkanı, iki ülke arasındaki ilişkilerin barış ekseninde gelişmesi için düzenlenen Paris’te Türk mevsimi etkinliklerine değindi ve çalışmalarının devam edeceğini söyledi.

Konferans salondan gelen sorularla devam etti.

Diefenbacher’in kişisel sitesi için: http: //www.mdiefenbacher.org/

19 Nisan 2010 Pazartesi

“Kahvede subay yok, bu nasıl iştir?” *

Ömer Laçiner, 16 Nisan Cuma günü GSÜ Yıldızhan Yayla Salonu’nda “Ordu ve Siyaset” başlıklı bir konuşma yaptı. Laçiner, Ordu’nun Türk siyasi hayatında üstlendiği rolü tanımladığı konuşmasında, askerin sivil siyasetin olgunlaşmasına izin vermesi gerektiğini vurguladı.
Haber – Fotoğraf : Özgür Erdem Uzun – Mizrabi Cihangir Balkır

GSÜ – HA (İstanbul) Birikim Dergisi editörü ve yazarı Ömer Laçiner, Galatasaray Üniversitesi Siyaset Bilimi Kulübü’nün davetlisi olarak katıldığı panelde, konuşmasına orduların modern öncesi devletlerde asli unsur olduğunu söyleyerek başladı. Ordudan uzaklaştırıldığı 1971 yılına kadar subaylık yapmış olan Laçiner, orduların artık modern toplumlarda ikincil bir rol üstlendiğini söyledi. Toplumları var eden yapının modern zamanlarda ordu değil; geniş anlamda ekonomik faaliyetleri yürüten sivil aktörler olduğunu belirten Laçiner, ülkelerin artık savaş kaybetse bile ayakta kalabildiğini belirtti.

Türk Ordusu’nun kendisini siyasi yaşamda bir aktör olarak dayatmasını, Cumhuriyet’i askeri kadroların kurmasına bağlayan Laçiner, 70’lere kadar Ordu’nun kendisini ayrıca ülkenin devrimci neferi olarak gördüğünü de belirtti. Türkiye halklarının asker doğmadığını dile getiren Laçiner, Osmanlı Devleti’nde ordu-millet anlayışının ilk kez 1. Dünya Savaşı öncesindeki süreçte seferberliklerle ortaya çıktığını söyledi. Laçiner, zamanla bu söylemin iktisadi ve endüstriyel faaliyetleri bir kuvvet aracı olarak görmeye yol açan militarist bir yapıya büründüğünü şu sözlerle açıkladı:

“Latin Amerika gibi doğal sınırları belli bir coğrafyada büyük bir orduya ihtiyaç yoktur. Türkiye’nin sırf Ortadoğu’da olduğu için, güçlü bir ordusu olmadan yaşayamayacağı korkusu yaratılıyor. Bu korku orduyu devletin çekirdeği olarak görmesine neden oluyor. Devletin bütün planlarını ordu yapılanması üzerine kurup, bütün kaynaklarıyla tank, top, tüfek yaparak saldırmayı düşünmesi, düpedüz yayılmacı ve militarist bir bakış açısıdır.”

Ordu’nun modern toplum algısı

Ordu’nun modernleşmiş olarak öngördüğü itaatkar toplum modeline karşın; gerçek modern toplumlardaki bireylerin olgun düşünen, özgüven sahibi ve özgürlükçü karakterlere sahip olması gerektiğini söyleyen Laçiner’e göre; sivil aktörlerin, Türkiye’de giderek daha ön plana çıkmaya başlaması da ordunun baskınlığından rahatsız olduğunu gösteriyor. 1970’deki 15-16 Haziran Olayları’nın Türk subaylarında bir kırılma yaşattığını söyleyen Laçiner, öncesinde Ordu’nun sosyalizme mesafe almadığını ama bununla birlikte onu uygulayacak müessese olarak da kendisini gördüğünü belirtti:

“Sokağa dökülen yüz binlerce işçiyle karşı karşıya gelen Ordu, kendisi dışında bir siyasi aktörle karşılaşınca sola sert bir şekilde tavır aldı.”
Ordu mensuplarının yaşadığı değişime sosyal açıdan da yaklaşan Laçiner, 1970 Öncesi dönemde asker-sivil etkileşiminin günümüzden daha fazla olduğunu; günümüzde lojmanlarda yaşayan, orduevlerinde sosyalleşen askerlerin, önceden insanlarla kahvelerde oturup dertleşebildiğini, halkın sorunlarını daha yakından takip edebildiğini söyledi. Ordu’nun iktisadi gücüne de değinen Laçiner, Türkiye’nin büyük ekonomik güçlerinden olan Ordu Yardımlaşma Kurumu’nun dünyada başka bir örneğinin olmadığını belirtti. 1980 sonrasındaki Ordu’yu büyük sermaye sahibi bir kurum olarak tanımlayan Laçiner, ordunun sermaye ile olan ilişkisini ve ekonomik imtiyaz sahipliğini, Ordu’nun mevcut erkinde bir etken olarak gösterdi.

Konuşmasının sonunda çatışmanın modern toplumun lokomotifi olduğu fikri üzerinde duran Laçiner, darbelerin bu duruma olumsuz etkisini şöyle açıkladı:
“Bugüne kadar siyasi çatışmanın ortaya çıktığı durumlarda hep birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulduğu söylendi. Halbuki, modern toplum, çelişki ve çatışma içinde gelişir. Askeri gücün görevi 80 Darbesindeki gibi çatışmanın aktörlerini bertaraf etmek değil, çatışmanın kurallı olmasını sağlamaktır.”

*Cemal Süreya

16 Nisan 2010 Cuma

Anadolu’nun bilinmeyen renkleri

Anadolu’nun Kayıp Şarkıları belgeselinin yönetmeni Nezih Ünen Galatasaray Üniversitesi’nde öğrencilerin sorularını yanıtladı, filmini ve yaşadığı zorlukları anlattı.

Haber – Fotoğraf: Duygu Odabaşı

GSÜ – HA (İstanbul) Anadolu'nun Kayıp Şarkıları belgeselini Galatasaray Üniversitesi'nde anlatan yönetmen Nezih Ünen, projeye başlarken modern-müzikal bir film yaratmak amacında olduklarını  belirtti.  Ünen, projenin önemini ve karşılaştıkları zorlukları ise şu sözlerle dile getirdi:

“ Bu özgün bir filmdir. Daha önce Anadolu bu şekilde incelenmediği için, filmin yapımına başlarken kaynak bulmakta çok zorlandık. İşte tam bu nedenle bu proje Anadolu hakkında bilgi edinmek isteyenler için bir kaynak oluşturacaktır”.

Ünen, film yapımı sırasında başlarından geçen bir anıyı da şöyle aktardı;  “Karadeniz bölgesinde araştırma yaparken türkü söyleyerek ilerleyen bir teyze gördük. Hemen onu durdurduk ve kayıt almak istedik. Ancak teybimizin pili bitmişti. Bunun üzerine teyze bize ‘bu türküler bu vadilerden çıkmaz’ dedi.”

Ünen bu anıdan yola çıkarak yaptıkları işi ‘biz o vadilerden o türküleri çıkardık’ şeklinde özetledi.  Dönemin fabrikasyon işler dönemi olduğunu ve 60 ve 70’li yıllara oranla daha piyasaya yönelik çalışmalar yapıldığını söyleyen Ünen, Anadolu’nun Kayıp Şarkıları gibi projelerin zor işler olduğunu belirtti. Bu tür çalışmaların raflarda kendine yer bulmasının zaman aldığını ve yaşanan zorlukları normal karşıladığını anlattı.

Sinema salonlarında yer bulmakta zorluk çektik”

2008 yılında İstanbul Film Festivali’nde gösterilen filmin geçtiğimiz Mart ayında ancak gösterime girmiş olmasının nedenini de açıklayanh Ünen, sinema salonlarında yer bulmakta zorluk çektiklerini, ancak bir iki salonda izleyiciyle buluşabildiklerini ve filmin bir ay içinde vizyondan kalktığını aktardı. Yönetmen, buna rağmen filmin gösterildiği salonlarda yoğun ilgi gördüğünü ve hatta bazı salonlarda kapalı gişe oynadığını sözlerine ekledi.

“Sponsor bulamadık”

Nezih Ünen yaptığı bir çok başvuruya rağmen sponsor bulamadıklarını ve hatta Kültür Bakanlığı’ndan dahi destek göremediklerini söyledi. Kaynak yetersizliğinden şikayetçi olan yönetmen, filmi izleyen yaklaşık 10 bin kişinin bıraktığı hasılatın ancak filmin tanıtımını karşıladığını söyledi ve uzun süreli bir televizyon belgeseli yapmak istediğini ancak sponsor bulunması durumunda bu projeye başlayabileceğini de ekledi.

Filmin DVD’si Mayıs ayında raflarda yerini alacak

Şu an hiçbir yerde gösterilmeyen filmin DVD’si Mayıs ayında piyasaya sürülecek. Yönetmen DVD çıktıktan sonra kitlelere daha kolay ulaşılabileceğini düşünüyor. Film müziklerinden oluşan albümün yayınlandıktan sonra gördüğü ilgiyi referans gösteren Ünen, aynı başarıyı DVD’de de yakalayacaklarını söyledi.

“Fazla entelektüelleşmiş sanat yaşamını kaybetmiştir”

Sanatı, hayatın içinden çıkan ve çıkışında hayatı kolaylaştırmak ve eğlendirmek amacı taşıyan bir araç olarak gördüğünü anlatan Ünen, zaman içinde sanatın yozlaştığını ve dinleyicisinden uzaklaştığını söyledi. Sanatın seçkinleştikçe köklerinden koptuğunu ve bu şekilde sanat olmaktan çıktığını belirtti.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Mobil iletişim: hızlı, eğlenceli, kişisel

Galatasaray Üniversitesi (GSÜ) İletişim Fakültesi tarafından bu yıl altıncısı düzenlenen Teknoloji ve İletişim Günleri: TEKİL 06’da “Cep Telefonundan Mobil İletişime: Yarın Artık Bugün mü?” başlığı altında mobil iletişimin farklı medya mecralarındaki uygulamaları ve stratejileri tartışıldı.

Haber: Ceyda Ulukaya, Mizrabi Cihangir Balkır, Pınar Yurtsever
Fotoğraflar: Ceyda Ulukaya, Mizrabi Cihangir Balkır

GSÜ-HA(İstanbul) GSÜ İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Dilruba Çatalbaş, Tekil 06’nın açılış konuşmasında mobil iletişim sistemlerindeki kullanıcı sayılarının hızla arttığını belirtti ve bu hızlı artışı “Telefonun yaygınlaştırılması neredeyse bir yüzyıl, cep telefonunun yaygınlaşması ise 10 yıl sürdü” sözleriyle özetledi.

Tekil 06’da ilk olarak söz alan Fatih Üniversitesi İşletme Bölümü’nden Dr. Osman Köroğlu sunumunda mobil iletişim ve toplum arasındaki ilişkiye değinerek bugün Türkiye’de sayıları 7 milyona ulaşan mobil iletişim kullanıcıları ve gelecek beklentilerine yer verdi.

Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu kurul üyesi Dr. T. Ayhan Beydoğan ise mobil iletişimle ilgili hukuki düzenlemeler ve gelecek öngörülerine yer verdi ve mobil iletişim hizmetlerini şu sözlerle özetledi:

“Türkiye’ye bu hizmetler nispeten daha geç geldi, bu bilinçli bir tercihtir. Böylelikle henüz oturmamış bir teknolojiyi satın almak yerine bu teknolojiye daha ucuza sahip olabildik.”

“Mobil iletişim eşitsiz bir paylaşım ama alternatif bir mecra”

Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Doç. Dr. Funda Başaran Özdemir, teknolojik gelişmelerin, toplumsal, siyasi, ekonomik sistemden bağımsız düşünülemeyeceğini, iktidarın denetim ihtiyacı doğrultusunda ticarileşme ve merkezileşme gibi nedenlerle üretildiğini söyledi ve bu anlamda mobil teknolojilerin de farklı olmadığına değindi:

“Tüm teknolojiler, toplumsal tahakküm yaratırken içinde özgürlükler de barındırıyor. Mobil iletişimi, 400 bin kişinin 3G kullandığını hesaba katarsak, eşitsiz bir paylaşım olmasının yanında alternatif bir iletişim olarak da düşünmek gerekiyor.”

“Mobil içerik kısa süreli, eğlenceli ve kullanıcı odaklı”

Oturumun son konuşmacısı GSÜ’den Dr. Ceren Sözeri ise medya gruplarıyla mobil iletişim stratejileri üzerine yaptığı görüşmelerden hareketle, mobil yayıncılıkta çalışma düzenleri ve içerik üretimlerindeki farklılaşmaya değindi:

“Mobil içerik üretiminde, mevcut havuz kullanılıyor fakat mecraya uygun olarak yeniden kurgulanıyor ya da yeniden çekiliyor. Kullanıcıların öznelliklerinin ön planda olması prime time anlayışının da sona ermesi anlamına geliyor. Mobil içerik kısa süreli, eğlenceli ve kullanıcı odaklı bir içerik.”

Sözeri ayrıca şimdilik reklam almayan mobil yayıncılıkta gelirin, operatörler, medyalar ve teknoloji destekçileri arasında paylaşıldığını fakat önümüzdeki dönemde reklam beklentisi olduğunu söyledi.

Mobil iletişimde içerik ve pazarlama

Tekil 06’nın öğleden sonraki oturumunda “Türkiye’de Mobil İletişimde İçerik ve Pazarlama” üst başlığı altında sektörün aktörleri söz aldı. Turkcell Mobil Pazarlama ve Reklam Bölümü Yöneticisi Melis Türkmen “Mobil Pazarlama ve Reklam” sunumunda kişiselleştirilmiş reklam ve mobil pazarlama ilişkisi üzerinde durdu. Türkmen, mobil pazarlamanın avantajlarını; hedef iletişimi yapabilmesi, etkinliğinin ölçülebilir olması, düşük maliyeti ve yüksek geri dönüşü olarak sıraladıktan sonra konuşmasını, çalışanı olduğu şirketin gerçekleştirdiği mobil pazarlama örneklerini anlatarak bitirdi. Vodafone Türkiye Mobil Pazarlama Kıdemli Müdürü Emre Kanaat ise “Mobil Pazarlamada Uluslararası ve Yerel Deneyimler” başlıklı sunumunda mobil pazarlamayı, tüm tarafların kazandığı nadir iş modellerinden biri olarak tanıttı. Mobil pazarlamanın öneminin ise kişiye özel mesaj yaratmasında yattığını vurgulayan Kanaat, yeni nesil cep telefonlarındaki uygulamaların yaygınlaşacağını söyledi.

İçerik tercihleri ve internet kullanımındaki değişiklikler

NTV Yeni Medya İş Geliştirme Müdürü Eray Endeş, mobil kullanıcılara yönelik haber paketlerinde ulusal yayın dışında mobil kullanıcıya uygun içerik ürettiklerini söyledi. Bu hizmetlerde daha yakın çekimler ve daha kısa cümleler tercih ettiklerini belirten Endeş, içerik tercihleriyle ilgili olarak, kullanıcılar için Haliç Köprüsü’nün kapanmasının, Başbakan’ın yurtdışı ziyaretinden daha önemli olabileceği örneğini verdi. Parkyeri İş Geliştirme ve Strateji Direktörü Barış Ala ise “Mobil Medya İçin Uygulama Tasarımı ve Geliştirme” sunumunda mobil iletişimdeki teknolojik altyapı ve tasarım üretiminden bahsetti. Ala, uygulamadaki kısıtlamaları; sınırlı ekran boyutu, sınırlı hafıza ve disk alanı, farklı cihazlar, farklı teknolojiler olarak sıraladı.

Günün son konuşmacısı Sedat Kılıç “Mobil İçerik Üretimi ve İnternet” sunumunda yoğunluklu olarak internet kullanımı üzerine istatistik veriler sundu. Google Türkiye Teknoloji Sektörü Direktörü Kılıç gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere oranla internet kullanımının daha yaygın olduğunu söyledi. İnsanların artık internete bilgisayar yerine cep telefonundan girme eğiliminde olduğunu söyleyen Kılıç, kullanıcıların reklamlardaki bilgiyi tamamlamak ya da teyit etmek için sıklıkla internete başvurmayı tercih ettiklerini söyleyerek konuşmasını sonlandırdı.

12 Nisan 2010 Pazartesi

“Söyleme yansıyan, olumsuz hafızanın yerleşik boyutu”

Nefret Suçları ve Nefret Söylemi konferansının ilk gününde, GSÜ’den Ar. Gör. Ceren Sözeri “Türkiye’de Ulusal Gazetelerde Nefret Söyleminin İzlenmesi” çalışmasını tanıttı, Prof. Teun Van Dijk ise iktidarın söylem yoluyla zihinler üzerinden sosyal aksiyonları denetlediğini söyledi.

Haber-Fotoğraf: Ceyda Ulukaya

“Bir arkadaşım, doğum yapan eşini ziyarete giden Türk komşusu, çiçeği doktora verince epey şaşırmıştı. Dedi ki, ‘Türkler bizim gibi değil’, ‘Neden?’ dedim, ‘Bu bizim yapmadığımız bir şey’ dedi.

Uluslararası Hrant Dink Vakfı’nın 9-11 Nisan tarihlerinde Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’nde gerçekleştirdiği “İnciten Sözler Yarayan Fiiller: Nefret Söylemi ve Nefret Suçları” konulu uluslararası konferansa katılan eleştirel söylem analisti Prof. Teun Van Dijk “bizim gibi olmayana” karşı söylemin gündelik pratikler sonucunda oluşan zihinsel temsiller üzerinden nasıl yerleştiğine değindi. Galatasaray Üniversitesi’nden (GSÜ) Dr. Ceren Sözeri ise Hrant Dink Vakfı ortaklığında yürüttüğü “Türkiye’de Ulusal Gazetelerde Nefret Söyleminin İzlenmesi” çalışmasını sundu.

Medya izleme projesine, “şiddet ve ayrımcılık yerine bir arada yaşamı ve çok kültürlülüğü üreten bir medyaya nasıl ulaşabiliriz?” sorusuyla başladıklarını açılış konuşmasında aktaran Özlem Dalkıran, sekiz ay boyunca inceledikleri 24 ulusal gazetede etnik ve dini kimliğe dayalı nefret söyleminin daha fazla olduğuna değindi.

Büyük harf, ünlem işaretleri nefret söyleminin imlası

Nefret söylemi içeren haberlerin söylem analizini 4 kategoride inceleyen GSÜ’den Sözeri ise, Ermeni ve Kürtleri hedef alan ve düşmanlık-savaş söylemi içeren haberlerin çoğunlukta olduğunu söyledi ve ekledi:

“Genel olarak Türkiye’de gazetecilerin bakanlara ölçülü yaklaştıklarını biliriz. DTP’li milletvekillerine karşı direkt hakaret diyebileceğimiz bir üslup benimseniyor. Sözcü gazetesinin “Şehitler Burada, Kalleşler Meclis’te” manşeti buna açık bir örnek. İnternet yorumlarıyla gittikçe yaygınlaşan, öfkeyi ifade ederken büyük harfe başvurulması ya da üst üste ünlem işareti kullanımı da bu tarz söylemlere eşlik ediyor.”

“Göç trenle, gemiyle değil; dalga halinde gelir”

arselona’da Pompeu Fabra Üniversitesi’nde ders veren Hollandalı söylem analisti Prof. Teun Van Dijk ise, söylemi kontrol etmenin dolaylı olarak insanların zihinleri üzerinden sosyal aksiyonlarını denetleme anlamına geldiğini söyledi:

“Söylem metinden ibaret değil, bağlamı da okumak gerekir; çünkü bir şey okuduktan sonra aklımızda kalan detay, metnin zihinsel temsili, aslında subjektif bir şey. Göçmenlerle ilgili olarak negatif bir hafızaya sahip olunmasının bir nedeni de bu. Metaforlar dahi önemli, göç trenle, gemiyle değil, göç dalgası olarak gelir. Olumsuzlukların tekrarı, genelleme ve abartılar, ilgili kişi veya gruba yönelik oluşan olumsuz tavrın ön-koşuludur. İdeoloji böylece yerleşik bir boyut kazanır ve iktidara hizmet eder.”

Konferans, katılımcıların soruları etrafında ifade özgürlüğü ve nefret söyleminin sınırları tartışmasıyla son buldu.

Van Dijk’ın çalışmaları için bakınız: www.discourses.org

Uluslar arası Hrant Dink Vakfı hakkında ayrıntılı bilgi için: http://www.hrantdink.org/index.asp

7 Nisan 2010 Çarşamba

Cep Telefonundan Mobil İletişime: Yarın artık Bugün mü?

Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Bilişim Anabilim Dalı tarafından bu yıl altıncısı düzenlenen Teknoloji ve İletişim Günleri’nde (TEKİL 06) mobil iletişimin toplumsal sonuçları ve sektördeki gelişmeler tartışılıyor. Üniversitenin Ortaköy Yerleşkesi Coşkun Kırca Salonu’nda 13 Nisan’da tüm gün sürecek TEKİL 06’ya katılım herkese açık ve ücretsiz.

GSÜ-HA (İstanbul) Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Bilişim Anabilim Dalı’nın İnternet Haftası’nda düzenlediği 6. Teknoloji ve İletişim Günleri: TEKİL 06’ya her yıl olduğu gibi bu yıl da sosyal bilimler alanında çalışan araştırmacılar, düzenleyici kurum temsilcileri ve teknoloji profesyonelleri katılacak.

Tüm gün sürecek ve iki oturum şeklinde gerçekleşecek etkinliğin sabah oturumunda mobil iletişimin toplumsal sonuçları ve gelecek beklentileri akademisyenler ve düzenleyici kurumun katılımıyla masaya yatırılacak. Sabah oturumunun açılışını Dr. Osman Köroğlu “Mobil İletişimde İçerik, Arayüz ve Kullanıcı Deneyiminin Evrimi” başlıklı sunumuyla yapacak. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Funda Başaran Özdemir “Alternatif Sivil Toplumdan Denetim Toplumuna Mobil İletişimle Birlikte Ortaya Çıkan Yeni Toplumsallıklar”ı ele alacak. Galatasaray Üniversitesi’nden Dr. Ceren Sözeri “Medya Gruplarının Mobil İletişim Stratejileri”ni tartışırken Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’ndan Dr. T. Ayhan Beydoğan  “Mobil İletişimle İlgili Konularda Yapılan Hukuki Düzenlemeler ve Gelecek Öngörüleri” hakkında bilgi verecek.

TEKİL 06’nın öğleden sonra oturumunun başlığı “Türkiye’de Mobil İletişimde İçerik ve Pazarlama”. Turkcell Mobil Pazarlama ve Reklam Bölümü Yöneticisi Melis Türkmen mobil pazarlama ve reklam konusunda stratejilerini, Vodafone Türkiye Mobil Pazarlama Kıdemli Müdürü Emre Kanaat ise mobil pazarlamada yerel ve uluslar arası deneyimlerini aktaracak.
Mobil iletişimde içeriğin medya ayağını NTV Yeni Medya İş Geliştirme Müdürü Eray Endeş, uygulama tasarımı ve geliştirme kısmını, Parkyeri İş Geliştirme ve Strateji Direktörü Barış Ala anlatacak. Google İstanbul Teknoloji Sektörü Direktörü Sedat Kılıç ise mobil içerik ve internet ilişkisini ortaya koyacak.
Katılımcıların sorularıyla zenginleşecek olan TEKİL 06’ya katılım herkese açık ve ücretsiz.

Ayrıntılı bilgi için:
Yrd. Doç. Dr. Kerem Rızvanoğlu     krizvanoglu@gsu.edu.tr 
Araş.Gör. Özgürol Öztürk               ozozturk@gsu.edu.tr 
Araş. Gör.Dr. Ceren Sözeri             csozeri@gsu.edu.tr    
Tel: 0 212 227 44 80 / 414 – 415
Fax: 0212 227 51 48

Türkiye’nin sağı ve solu belli mi?

Gazeteci Enver Aysever 6 Nisan Salı günü Galatasaray Üniversitesi öğrencilerinin konuğu oldu. GSÜ Coşkun Kırca Salonu’nda konuşan Aysever, Türkiye coğrafyasındaki sol ve sağ görüşleri konumlandırmaya çalıştı.

Haber - Fotoğraf: Mizrabi Cihangir Balkır

GSÜ-HA (İstanbul) Birgün Gazetesi yazarı ve Sky Türk’te yayınlanan Aykırı Sorular programının hazırlayıcısı Enver Aysever, GSÜ Siyaset Bilimi Klubü’nün davetiyle “Güncel politika, günümüzün sağı, günümüzün solu” başlığı altında bir konuşma yaptı.

“Sağ – sol – merkez” ayrımının iyi bir kavramlaştırma olduğunu ancak bu tariflerin bugünü anlatmaya yetmediğini söyleyerek konuşmasına başlayan Aysever, Batı’dan farklı olarak Türkiye’de iktisadi paylaşım üzerinden değil, yaşam biçimleri üzerinden siyaset yapıldığını söyledi. Türkiye’nin siyasi iklimini açıklarken 2. Meşrutiyet, Cumhuriyet yılları ve 80 Darbesi üzerinde duran Aysever, Türkiye’de tabanın her zaman sağ eğilimli olduğunu söyledi. Türkiye’deki demokratikleşme sürecinin de Batı’nın demokratikleşme sürecine benzemediğini ve iddia edildiği gibi cumhuriyetin kabulü ve demokratikleşme sürecinde 2. Meşrutiyet’in bu gelişmelerin hazırlayıcısı olmaya yetmediğini söyledi.

Günümüz Türkiye’sinde solun 3 gruba ayrıldığını söyleyen Aysever bunlardan ulusalcı, özgürlükçü ve sosyalist sol olarak bahsetti. Aysever ulusalcı grubun sert milliyetçi tavırları olan ve bayrak asker gibi simgeleri önemseyen bir yapısı olduğunu söylerken, Türk ulusalcı solunun yanı sıra Kürt milliyetçi hareketini de bu grupla birlikte andı.

Özgürlükçü solu ise liberal ekonomiyle derdi olmayan, ifade ve inanç özgürlüğü üzerinde şekillenmiş bir hareket olarak tanımlayan Aysever, bu grubu ekonomik yaklaşımlarından ötürü liberal düşünceye daha yakın gördüğünü belirtti. Aysever en güçlü argümanını ulusalcıların militarist ve milliyetçi yaklaşımına karşı şekillendiren özgürlükçü solun bu konuda haklı olsa da emek mücadelesine değinmedikçe soldan uzakta kalacağını söyledi.

Son olarak sosyalist solu evrensel bakabilen ve dünyayı emek açısından açıklama gayretinde olan kesimlerin oluşturduğunu söyleyen Aysever kendisini bu gruba yakın görse de bu grubun Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet’in kuruluş sürecine bakışı noktasında kendisinin farklılaştığını bildirdi:

“Türkiye’de birçok Mustafa Kemal imgesi var. Sosyalistlerin bütün Kemalistler kötüdür demesi bana tuhaf geliyor. ‘Ne mutlu Türküm diyene’ sözü ‘ne mutlu Türk doğana’ da olabilirdi. Geçmişe bugünden bakma kolaycılığından sıyrıldığımızda,  bugün için çok geri olan bu sözün o gün için basbayağı devrimci birşey olduğunu söyleyebiliriz.”